Ana içeriğe atla

PORTAKALIN ÖYKÜSÜ

 

Halide hayat dolu meraklı küçük bir kızdı. Filistin’de Gazze şehrinde yaşayan kalabalık bir ailenin en küçük çocuğuydu. Aslında aile büyükleri Filistin’in Yafa şehrindendi. Ancak sahip oldukları topraklardan işgalciler tarafından zorla evlerinden yurtlarından çıkartılmışlardı. Yafa’ da çok büyük portakal bahçeleri vardı. Halide’nin büyükannesi ve büyükbabası aileleri ve akrabaları ile her şeyi geride bırakıp Gazze şeridine göç etmek zorunda kalmışlardı. İşgalciler onları yüz yıllardır yaşadıkları topraklardan “artık burası bizim” diyerek evlerinden etmişti.

 

Ölümle tehdit ediliyorlardı. Yaşam hakları tanınmıyordu. Tek çareleri olan Gazze’ye yerleşip orayı evleri bildiler. Giderek belli bir sınırın içinde sıkışıp kalan bir topluluk olmuşlardı. 

En azından aynı ülkenin topraklarıydı.    

 

Büyükannesinin hiç unutamadığı Yafa portakalı, Filistin’in karpuzu, zeytini o toprakların simgesiydi. Yafa portakalı, Filistin’in ve Filistin halkının hikâyesinin bir parçasıydı. Hem zorla alınan geçmişin hem de sürdürülen bir direnişin simgesiydi. Bu portakallar yüzyıllardır Filistin topraklarında yetişirken, aynı zamanda bu toprakların hikayesini de dünyaya taşımıştı. Tüm dünya kalın kabuklu Yafa portakalını bilirdi.


Halide sorardı, büyükannesi de Yafa ’da geçen çocukluğunu, gençliğini anlatırdı. Zamanı geldiğinde portakal çiçeklerinin mis gibi kokusunu, nasıl bahçelerde oynadıklarını anlatır ve hüzünlenirdi. Büyükanne yerleştikleri Gazze sınır bölgesinde de portakal yetiştirmeye çalıştıklarını ve buna izin verilmediği gibi son portakal fidanlarını da işgalcilerin söküp, yok ettiğini anlatırdı.

Halide, büyükannesinin hüznünden çok etkilenir ve büyüyünce topraklarına dönmek için elinden geleni yapacağına dair kendine söz verirdi. 


Günlerden 7 Ekim'de, Halide okula gitmek için hazırlanıyordu. Birden duyduğu bomba sesleriyle adeta donup kaldı. Siren sesleriyle kendine geldi. Annesi babası, abisi hepsi telaşla evin içinde koşturuyordu. Telefonlar çalıyordu, gelen haberler iyi değildi. Akrabalarından şehit olanlar ve yaralılar vardı. Halide bu yaşananlardan sonra çok sevdiği okuluna bir daha gidemeyeceğini hissetti ve ağlamaya başladı. Yaşadıkları büyükannesinin anlattıklarına çok benzerdi. Hayat artık onlar için çok başka bir boyutta akacaktı.

Aylardan Aralık olmuştu. Halide artık çok daha olgun bir kızdı. Büyükannesi, dayısı ve annesini kaybetmişti. Doktor olan babası hastanesinde insanları kurtarabilmek için mücadele ediyordu. Abisi ve geride kalan insanlarla bomba sesleri ve kaybettikleri arasında hayatta kalmaya çalışıyorlardı. Halide diğer Gazzeliler gibi çok metanetliydi.

Annesinin, büyükannesinin şehit olduğunu, bu toprakları asla bırakmayacaklarını söyleyen küçük bir bedeni ama çok büyük bir yüreği vardı. Yafa’da olduğu gibi bu kez asla yaşadıkları toprakları bırakmayacaklardı.

Çünkü bırakıp gitmenin çözüm olmadığını anlamıştı.

Hayat onun için artık çok zordu ama şunu biliyordu bugün onların yaşadığı zorlukların ve yokluğun bir anlamı vardı. Bugüne kadar Filistin’de yaşanan zulümden haberi olmayanların artık haberi vardı. Bu kutsal topraklardan yükselen anlam artık dünyanın her yerine ulaşmıştı. Dünyadaki insanların onları anladığı ve mücadele ettiği bir boyuta gelmişti. Çok yakındakiler sesini çıkartamıyorken dünyanın en uzak noktasından insanlar artık Gazze diyordu, kurtuluş diyordu.

 

“Zamanı geldiğinde kazanırken kaybedenler, kaybederken kazananların yerinde olmayı çok isteyeceklerdi”


 &

Deneyimsel Tasarım Öğretisi insanın mutlu, başarılı olması ve doyumlu ilişkiler yaşaması için tutarlı, faydalı, uygulanabilir ve anlaşılır bilgiler sunar. 

&

YAHYA HAMURCU

&

 KİM KİMDİR  

İLİŞKİLERDE USTALIK

BAŞARI PSİKOLOJİSİ

 



Yorumlar

  1. Gazze’de ki kutlu direnişe selam olsun 🍉

    YanıtlaSil
  2. Rabb'im sizlerden razı olsun kutlu direnişçiler.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kutsal Şehrin Taneleri

  Anneeeee! Babaaaaa! Bu kaçıncı çağırışı kim bilir… Avucunun içi gibi bildiğin sokaktan eser kalmayışı... Komşudan, akrabadan haber alamayışı ne acı... Bunu ancak yaşayan bilir... Sahi! Bir an onun yerine koysak ya kendimizi... Ne yapardık mesela? “Evim yok ama en azından evimin duvarı, gitmem bir yere sahipsiz sanmasınlar” mı derdik? “Annem, babam şehit oldu. Bizi izliyor ağlayamam şimdi.” der miydik, boğazımızdaki yumrukla? “Yaşarsak kazanırız, ölürsek daha çok kazanırız” inancıyla elimizdeki sapanla dans eder miydik tanklar önünde? Birazdan şehit edileceğimizi bilsek, ellerimiz arkada bağlı da olsa, ağız dolusu güler miydik? “Zaten öleceğiz Allah aşkına en güzeli burası; ne morg var ne bekleme, ne yıkama, elbisenle gidiyorsun. Hem cennete girmek için bahanemiz olmalı değil mi? Öyle kolay mı yani? Daha mı üstünüz önceki, iman ederek yaşayanlardan ya da elçilerden? Yok yok böyle iken gelmem. Ölürsem kutlu olsun, yaşarsam yine sohbet ederiz.” diyerek veda e

Kudüs

  “İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri, en büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi; Aynadaki kişi…” Tek başına neler yapabileceğini keşfet! Yahya Hamurcu    

Organik Mi? İnorganik Mi?

  Doğmuşuz sıfır kilometre.. Her şey gıcır gıcır... Bakıyoruz uff maşallah önümüzde bir sürü geçecek zaman, yaşanacak yıllar var. Biraz aklımız başımıza geliyor ve birlikte yaşadığımız insanları görüyoruz. Bazen kahkahalar gülücükler yükseliyor, bazen can sıkıcı sesler. Birileri hasta oluyor, iyileşiyor. Yani büyüyoruz bir şekilde.. Bir dönem geliyor, kanımız kaynıyor; her şeyi yapmak geliyor içimizden, değişik değişik kıpırtılar. Ne diyorlar ona? “Gençsin sen!” Vücudumuzda bir gariplikler. Etrafımızdan bir sürü ses çıkıyor;“Aman şunu ye, şunu yeme, şuna dikkat et.” Bakıyoruz herkes neler neler yapıyor, nasıl da eğlenceli hayatları var. Gece geç saatlere kadar oturuyorlar, bir şeyler yiyip içiyorlar, eğleniyorlar. Evdeki büyüklere bakarsak “Tatlı yeme, fast food yeme, meyve ye, sebze ye. ” Evin yaşlıları var, ''Sakın üşütme, sıkı giy” diyor. Eeee... Bitmiyor bir türlü. Hep aynı şeyi mi söylerler yahu? İnsanın canı neler neler yemek istiyor. İstiyor, istiyor da evdeki